Ar-Ge ve Tasarım Merkezleri Nasıl Daha Başarılı Olabilir?
1996’dan beri Türk Sanayinin içindeyim. Mühendis ve patent vekili olarak binlerce inovasyonu, yeni fikri, projeyi inceleme fırsatım oldu. Dolayısı ile binlerce firma, iş adamı ve mühendis ile görüşme imkânım oldu. Bunları yaparken İnovasyon, Ar-Ge, marka ve patent ile ilgili çok sayıda kitap ve makale okuma fırsatı da buldum. Ve elbette ki Avrupa ve Amerika uygulamalarını inceleme ve Türkiye ile karşılaştırma imkanını elde etmiş olduk. Dolayısı ile, burada pek de mütevazı davranmadan Türk sanayi ve iş çevreleri, özelde ise Ar-Ge ve Tasarım merkezlerinin eksikliklerini ve başarı için çözüm yollarını da bildiğimi düşünüyorum. Şöyle ki;
Öncelikle Türkiye ekonomik büyüklük olarak dünya sıralamasında en son 16. Sıralara kadar yükselmişti. 2020’de 20. Sıraya düşmüşüz, 2021’de 21’e düşmüş gözüküyor. İspanya, Meksika, Endonezya, İran, Hollanda, Suudi Arabistan ve İsviçre bizim önümüzde. Bunlardan en ilginci ambargo altındaki İran’ın bizi ekonomik büyüklük sıralamasında geçmiş olması. Ülkelerin Ar-Ge harcamalarına göre istatistiklere bakıldığında ise Türkiye dünya sıralamasında 16. Sırada. Aslında fena değil, Ar-Ge için para harcanıyor. Ar-Ge veriminin bir göstergesi olabilecek dünya patent istatistiklerine bakınca 2019 yılında toplam patent sayısına göre 21. Sırada, ülke içinde yapılan yerli patent sayısına göre 13. Sırada. Ekonomik büyüklüğe göre ve Ar-Ge harcamasına göre patent sayıları aslında fena değil. İşin kötüsü burada da İran bizi patent sıralamasında da geçmiş durumda. Unutmayın, ambargo altındaki İran bizi geçti. Burada, amacım İran’ı kötülemek değil. Biliyorum, İran kadim bir medeniyete sahip ve İran kültürü bizden geri değil. Ama, Avrupa Birliğinin kapısındaki Türkiye’nin Ambargo altındaki İran’dan çok önde olması gerekir. Benim görüşüm, Türkiye’nin üretim gücü bakımından Fransa, İtalya ve İspanya’ya denk olduğu, dolayısı ile onların bir önünde veya denk olması gerektiğidir. Bizim kapışmamız gereken ülkeler Fransa, İtalya ve İspanya. Hatta biraz daha Sistematik ve sebatlı çalışsak Almanya ve İngiltere de olabilir. Rusya ise gerek çarlık döneminden gerekse Sovyetler döneminden büyük bir entelektüel birikimi olmasına ve özellikle bilim ve teknoloji alt yapısına sahip olmasına rağmen Ruslar Türkler gibi girişimci değildir. Dolayısı ile onları da geçebilmemiz gereklidir.
Burada kendimize sormamız gereken birinci soru şu; Türkiye kuzeyinde, doğusunda ve güneyinde bir enerji havzası var, batısında ise dünyanın en zengin ülkelerinin bulunduğu Avrupa birliği var. Biz, milletçe, bu coğrafyada, her iki ekonomik değerin arasında, fakir kalmayı nasıl beceriyoruz!
Biz mühendis ve patent vekili olarak “Çözüm Ar-Ge ‘de veya Çözüm inovasyonda!” demeyeceğim. Belki ilginç gelecek ama çözüm Ar-Ge de değil. En azından ilk odaklanması gereken şey Ar-Ge değil. Ondan önce yapılması gerekli çok şey var. Ama, biliyorum Ar-Ge olmadan da olmaz. Daha belirgin olarak söylemek gerekirse “İlk çözüm Ar-Ge de değil, ama Ar-Ge ihmal edilmeyecek kadar önemli”.
Neden bu yargıya vardım. İlk ihtiyacımız olan şey, Ar-Ge değil, paradır. Çünkü Türkiye’de devlet de şirketler de insanlar da borçlu durumda. Yani nakit yok. Nakit yoksa Ar-Ge olmaz veya zor olur. Olsa da göstermelik olur. Şu anda olduğu gibi! Ar-Geden elzem olan, Öncelikle Türkiye’ye para akışının sağlanması gerekir. Bunun için uzun uza diye politik öneriler sunmayacağım. Sadece Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethedince dünya finans merkezi olan İstanbul’u, aynen dünya finans merkezi olarak kalmasını sağlamış ve 1800’lü yıllara kadar bu sürdürülmüş ise ve 1800 yılından birinci dünya savaşına kadar birinciliği kaybetmiş olsak dahi 2. Veya 3. Sırada kalmayı başarmış isek, benzer politikaları sürdürerek Türkiye’ye para akışını sağlamalıyız. Bu olmazsa Türkiye’de ne üretim ne ticaret ne de Ar-Ge olur.
Bu temel şartı belirttikten sonra gelelim Ar-Ge ve Tasarım merkezlerinin nasıl başarılı olabileceğine.
Türkiye’de 2008’de çıkarılan Ar-Ge merkezleri kanunu ve sonrasındaki düzenlemeler ile 1.500’ün üzerinde Ar-Ge ve Tasarım merkezi olduğu görülüyor. Devletin, Ar-Ge yapılması için doğrudan para desteği, vergi muafiyetleri ve psikolojik teşvikler vermesi olumlu olarak görülebilir. Ama, ülkede para olmadığından ve buna ek olarak vergiler, enerji maliyetleri ve taşıma ücretleri gibi maliyetler yüksek olduğundan, firmalar, genel olarak, “kaybettiğimiz paraları veya zararları acaba Ar-Ge teşviklerinden karşılayabilir miyiz?” diye düşünüyor. Bunda da bir mahsur yok. Haklılar. Çünkü firmalar kâr etmeli ki yatırım yapabilsin ve büyüyebilsinler. Para olmayınca, finans çok maliyetli olunca Ar-Ge teşviklerine hücum oluyor. Yani, aslında devletin birçok şeyi finanse ettiği gibi, Ar-Ge’ yi de devlet finanse ediyor. Bu, ilk bakışta kötü bir şey değil gibi gözüküyor. Tüm Ar-Ge’ nin devletçe karşılanması vergilerin yükselmesi anlamına gelir ki bu da maliyetin halk ve şirketler tarafından karşılanması demektir. Buradan, ülkede olan Ar-Ge yatırımlarını ve bir çok yatırım için gerekli olan finansmanın Türkiye’ye para akışının sağlanmasının elzem olduğunu belirttikten sonra Ar-Ge ile ilgili önerilimiz olacaktır.
Ar-Ge ve Tasarım Merkezlerine birinci önerimiz şudur;
- Ar-Ge ve Tasarımı sadece maliyetleri düşürmek veya finans temini için değil rekabet için yapmalısınız. Ar-Ge ve Tasarım merkezleri ürettikleri yeni ürün, üretim yöntemi ve çözümler ile firmanın cirosunu yükselttiği gibi kârlılığını da arttırmalıdır. Ar-Ge ve Tasarım merkezleri maliyet merkezleri değil Kâr merkezleri olmalıdır.
Ar-Ge ve Tasarım Merkezlerinin kâr merkezi olması için başta buranın yöneticileri olmak üzere tüm çalışanları kâr odaklı ve katma değer üretmeye yöneltmelidir. Yani uğraştıkları projeler, sadece üretimden gelen sorunlar, TÜBİTAK çağrıları veya yöneticilerin fantezilerinden ziyade, piyasa ihtiyaçları veya teknoloji tahminlerine göre planlanan projeler olmalıdır. Elbette ki üretimden gelen sorunlarla uğraşmak veya TÜBİTAK çağrıları ile ilgilenmek mümkün olabilir. Ama asıl odak bu olmamalı. Olursa güzel bir proje olabilir ama para kazanamazsınız. Olması gereken Ar-Ge veya Tasarım yöneticilerinin piyasanın ihtiyaçlarını, sektörün ve rakiplerin durumunu incelemesi, buna göre elde edilen veriler ışığında “meydan okuyucu”, “iddialı” projeler üretilmesidir. Zaten, Ar-Ge ve Tasarım merkezlerinde çalışanlar “meydan okuyucu” olmalıdır. Yönetim kurulu veya şirket toplantılarında başkan veya genel müdürün söylediklerini not alıp yapan değil, önerdikleri fikirler ve dünya şirketi olma hayallerini gerçekleştirebilecek projeler ile firma paydaşlarının umut bağladığı kişiler olmalıdır. Bunun için yapmaları gereken şey şunlar olabilir;
- İnovasyon, Ar-Ge ve Patent kültürlerini geliştirip, Tek düze değil Katma değerli ve kâr odaklı projeler geliştirmelidirler. Bunun için duygusal değil veriye dayalı fikir geliştirmelidir. Veriler ile çalışma şekli olan Teknolojinin ve rakiplerinin son durumunu, Teknoloji ve Rakip Analizi yaparak öğrenmelidirler. Pazarlama ve satış ekipleri ile dirsek temasta olmalı, müşterinin tam olarak ne istediğini bilmelidirler. Teknoloji ve rakip analizleri, müşteri talepleri ve uzman tecrübeler birikimleri birleştiğinde gerçekten katma değerli proje üretilmelidir. Unutmamak gerekir ki bu faaliyetleri sadece bilgi ve tecrübe ile değil veriler ile desteklemek gerekir. Böyle çalışmak, aynı zamanda işin sonunda para kazanma ve patent alma ihtimalini güçlendirecektir. Unutulmamalıdır ki Ar-Ge projelerinin %75’i başarısızdır. Veriye dayalı çalışmak başarı ihtimalini kesinlikle arttırır.
Başarılı Ar-Ge veya İnovasyon projesi yapmak için katma değerli ve işin sonunda para kazandıracak fikirler geliştirmekle olur. Bunun için günümüzde birçok İnovasyon ve Ar-Ge konusunda eğitim, seminer ve kongre düzenleniyor. Birçok kitap var. Üniversitelerde birçok hoca bu konuda kafa patlatıyor. Bizim, önerimiz bu işlerden sorumlu olan insanların firmalarının yapısı ve piyasayı dikkate alarak doğru yerden doğru fikirler almalarıdır. Ne demek istiyoruz. Dünya’da birçok İnovasyon metodolojisi var. Bu metodolojileri hocalar ve danışmanlar uyguluyor. Kimileri başarılı, kimileri başarısız. Bir İnovasyon danışmanı veya mentorü size bir gün boyunca İnovasyon başarı örneklerinden bahsedip, ardından beyin fırtınası düzenliyor ve “hadi, çekinmeyin, saçma olduğuna bakmadan fikir üretin, hatta saçmalayın!” diyorsa oradan bir halt çıkmaz. Türkiye’deki ilk şanzımanı yapan Ford İnönü fabrikasındaki cengaverlere serbest düşünceye dayalı, beyin fırtınası, 6 şapka gibi eğlenceli İnovasyon yöntemlerinden ziyade, teknolojik İnovasyon yapmaya odaklı Triz gibi sistematik buluş yapma yöntemleri öğretmek gerekir. Burada Triz’ i sadece örnek vermek için belirtiyorum. Triz’ in de bazı eksiklikleri olduğunun farkındayım. Piyasaya dönük ürünler yapan Boyner’e belki Triz ağır gelebilir, çünkü Triz zordur ve 1-2 eğitimle öğrenilecek bir şey değildir. Ama sistematik İnovasyon ile serbest düşünceyi hibrit olarak barındıran Design Thinking öğretmek uygun olabilir. Zaten Design Thinking dediğimiz şey klasik mühendislik tasarımının biraz daha sadeleştirilmiş şeklidir. Bu metot mühendislik tasarımının normal eğitim almış insanların algılayabileceği ve piyasaya dönük versiyonundan başka bir şey değildir. Burada üzerinde durmak istediğimiz nokta her firmanın farklı İnovasyon stratejileri ve faaliyetleri yapması gerektiğidir. Bazı firmalar yoğun teknik birikim gerektiren işlerle uğraşır, bazıları da son tüketiciye hitap eden ürünleri satmakla uğraşır. Mühendislik ağırlıklı veya teknik olarak daha yoğun işlerle uğraşan ve bu konularda teknolojik inovasyonlar yapmak zorunda olan firmaların 1-2 gün eğlenceli İnovasyon eğitimleri alması, beyin fırtınası gibi serbest düşünceye dayalı fikir bulma çalışmalarının yapıldığı toplantılar yapması zaman kaybından başka bir şey değildir. Disiplin gerektiren, sistematik inovasyonlar içeren çalışmalar yapmalıdır. Kuşkusuz her bir yöntem bilgi ve tecrübe barındırır. Ama her yöntem her sektöre uygun olmayabilir. Buradan İnovasyon ve Ar-Ge yapacaklara şunu önerebilir;
- Para kazandıran ve Katma değerli projeler için, işin sonunda para kazandıracak ve katma değerli fikirler geliştirmek gereklidir. Bunun için doğru İnovasyon ve Ar-Ge araçları seçilmelidir. İnovasyon ve Ar-Ge 1-2 günlük eğitimle olacak iş değildir. Bu işi içselleştirmek gereklidir. Dolayısı ile doğru fikir üretimi, doğru proses yönetimi, verilere göre çalışmak esastır. Bunun için da şovmenlerden ziyade işin detayına hâkim kişilerle çalışmanızı öneririm.
Katma değerli fikir üretimi, proje ve proses yönetimi önemlidir. Ancak bunları sürdürülebilir yapmak gerekir. Bir anlık bir hevesle eğitim almak, sonra birkaç fikir üretmek, sonra da günlük işlerin telaşına kapılıp unutup gitmek tehlikelidir. Eğer Ar-Ge ve Tasarım Merkezi varsa bu bilgi ve uygulamalar güncel olmalı, devamlı katma değer sağlayacak şekilde revizyonlar yapıp kendine göre bir know how geliştirmelidir. Edison ve Tesla, kendi dönemlerinde, her hafta yeni yeni icatlar yapıp, patent yarışına girerlerdi. Birçok gelişmiş ülkedeki şirket her yıl yüzlerce yeni ürün, teknoloji ve proses geliştiriyor, sayıları binleri bulan patentler alıyorlar. Nasıl? Kendilerine has sistemleri var. Bu işleri yapan firmalarda; Fikir üretiminden proje yönetimine, projelerin ticarileştirilmesinden, rakip analizine, geliştirilen ürün ve teknolojilere patent alınmasından, patentlerden elde edilen gelirlerin Ar-Ge ve Tasarım merkezi çalışanları dahil edilerek paylaşılmasına kadar, her işin katma değerli ve işin sonunda para kazandıracak şekilde düzenlenmesi veya organize edilmesi gereklidir. Dolayısı ile buradaki önerimiz şudur;
- Firma içi fikir üretimi, proje veya tasarım yönetimi, patent veya fikrî mülkiyet sistemini kurulmalıdır. Bu sistemler var, ama etkili olmadığı görülüyorsa, bunun katma değerli ve işin sonunda tüm tarafları memnun edecek şekilde, yani işin sonunda para kazandıracak ve manevi tatmin elde edilecek şekilde tasarlanmalı ve uygulanmalıdır.
Doğru bir stratejik karar, doğru bir know how, verilerle çalışma, doğru bir sistem kurma ve doğru uygulama önemlidir. Ama, işin başında dediğimiz gibi iş paraya dayanıyor. Bunları hangi parayla yapacağız. Ar-Ge ve Tasarım merkezleri, çoğunlukla, şu anki haliyle hem bir maliyet merkezi hem de “paraların çarçur edildiği yerlerdir!”. Birkaç yıl önce bilişim alanında çalışan bir Ar-Ge merkezi müdürü ile görüşmüştük. Bizler toplantıya hazırlıklı gittik. Yani onlara “şöyle sistematik Ar-Ge yapmanıza yardımcı olabiliriz”, “Şöyle sektörü ve rakiplerinizin teknolojik analizini yapabiliriz”, “şöyle patent alır, rakiplerini geride bırakmanızı sağlayabiliriz” vs. diyecektik ki kendileri, “hangi Ar-Ge teşvikleri var”, “hangi kuruma başvuralım” , halı hazırda hangi TÜBİTAK çağrısı var ve biz ona göre bir proje uydurabilir miyiz!” vs. gibi sorular sorduğunda , biz kendisine “bizim sahip olduğumuz bilgiye sahip misiniz ki iş teşviklere geldi?” diye sorduğumuzda “hayır, ama bana genel müdür onları değil, teşvik- meşvik ne ise bul, başvur, para girişi olsun diye talimat verdi” dedi. Nasreddin Hocanın dediği gibi, ben de Ar-Ge Müdürü de onun Genel müdürü de haklı. Elbette ki Ar-Ge ve Tasarım merkezlerinin tümü böyle değil. İyi çalışanlar var. Ama sizi temin ederim ki sayısı az. Ar-Ge ve tasarım merkezlerinin ne kadar verimli çalıştığını, iddia ediyorum ki sanayi bakanlığı da bilmiyor! Kendi çaplarında bir şeyler yapıyorlar, iyi niyetliler de. Ama sonuç ortada. Bunun, yani, Ar-Ge merkezlerinin, halı hazırda verimini ölçmek için elimizdeki en iyi bilgi patent ve tasarım sayıları. Türkiye’deki Ar-Ge ve tasarım merkezlerinin bir yılda başvurduğu toplam patent sayısından, eminim ki Ford, Kia, Hyundai, Honda gibi firmalar veya Bosch ve Delphi gibi yan sanayi firmaları daha çok sayıda başvuru yapıyor. İnovasyon ve Ar-Ge devletin teşvik vermesi bir yere kadar doğru görülebilir. Ama işi tamamıyla teşvike bağlamak önce devletçiliği arttırır, sonra Sovyetler Birliğindeki gibi devlet iflasına sebep olur. Normalde, Ar-Ge ve Tasarım merkezlerinin bütçesi, ürettikleri katma değer veya doğrudan kazançla karşılanmalıdır. Bir büyük şirketin, holdingin veya orta büyüklükteki bir şirketin Ar-Ge merkezi şirkete para kazandırmalıdır. Üniversiteler dahil, tüm Ar-Ge yapan şirketler Ar-Ge yapacağız ama devlet destek vermiyor! Diyorsa ve kendisinin riske girip sanayi ve ticaret erbabını ikna edip bir katma değer üretmiyorsa gerçekten bir halt etmiyordur. Avrupa’da ve özellikle Amerika’da (ki inovasyonda Amerika daha başarılıdır), Şirketler ve Üniversiteler, İnovasyon ve Ar-Ge umudunu devlete bağlamış değildir. Microsoft, Apple, Facebook, Tesla gibi dev şirketler Amerika’daki Kosgeb, Tubitak gibi devlet kurumları sayesinde doğmamıştır. Aynı zamanda bir finans merkezi (daha doğrusu melek yatırımcı merkezi) olan silikon vadisinde her iyi proje mutlaka bir destekçi bulmuştur. Buradan Ar-Ge ve Tasarım merkezlerine şunu öneriyorum.
- İnovasyon ve Ar-Ge projelerinin maliyetini karşılamak için çalınacak ilk kapı devlet olmamalıdır. Devletin para teşviklerinden faydalanmanız mümkündür. Ama bunu abartmamak gerekir. Ondan önce öyle fikirler üretmeli ve öyle projeler yapmalısınız ki şirketiniz sizin bütçenizi arttırmak için “başka hangi parlak fikirlerin var?” diye sormalıdır. Küçük şirketler veya startup’lar ise fikirlerine ve dolayısı ile projelerine yatırımcı gibi çalışan büyük şirketleri veya melek yatırımcıları ikna etmelidir. Daha doğrusu projeleri ve gayretleri onları ikna etmelidir. Devleti teşvik vermesi için zorlamayın. Böyle yaparsanız her işin başına geçen hükümet sanayinin her dalına, Ar-Ge, ihracat, yatırım, üretim, ihracat gibi bin bir türlü teşvik vereceğini Söyler. Sonunda teşvikler bizim cebimizden çıkan paralardır. Düşünebiliyor musunuz devlet istihdamı korumak için sigorta primi desteği veriyor, ama bu bütçeleri karşılamak için devlet iş verenden %20ile %40 arasında istihdam vergisi alıyor ve sigorta primini yükseltiyor. Yani halk olarak bizim oluşturduğumuz bir organizasyon olan devlet bizden 100 birim vergi alıyor, 20 birim teşvik vermek için 10 birim masraf yapıyor, biz de “teşvikler yeterli değil, yükseltin” diye bağırıyoruz. Ey sanayici ve ticaret erbabı, ey mühendisler ve yöneticiler, Devleti, Teşvikleri arttırması yerine, enerji, vergi, taşıma giderlerinin düşmesi için gerekli tedbirleri alması için zorlamalısınız. Zaten daha az enerji giderin, daha az vergi ve daha az taşıma giderin olursa, bu devletin verdiği teşviklerden kat kat fazla ve bundan ötesi verimli olacaktır.
Toparlamak gerekirse;
Türkiye’de 1.500’den fazla Ar-Ge ve Tasarım merkezi var. Bunların verimli çalışması Türkiye’yi daha inovatif, daha rekabetçi yapacaktır. Ar-Ge ve Tasarım merkezlerinin normal bir şirket gibi değil de “meydan okuyucu” şekilde çalışması gerekir. Bunun için İnovasyon ve Ar-Genin temel bir rekabet stratejisi olarak belirlenmesi, doğru ve firmaya uygun inovasyon ve Ar-Ge araçlarının (yöntemlerinin) seçilmesi ve uygulanması, sistematik İnovasyon, Teknolojik ve Rekabet analizi gibi verilere dayalı çalışmalar gerekir. Bu çalışmaları sürdürülebilir yapmak için firma içi Ar-Ge, Tasarım, Patent veya Fikri mülkiyet yönetim sistemi gereklidir. Elbette ki bundan önce bu işlere bütçe ayrılması gerekir. Bütçe dediğimiz şey için de “öyle fikirler üretip proje geliştirmeliyiz ki işin sonunda para kazanalım” mantalitesinden oluşturulacaktır. Ülkenin genel bir sıkıntısı olan finans sıkıntısını çözmek ise apayrı bir konudur, ama çözümü inanın zor olmayan bir problemdir. Roma İmparatorluğu ve İstanbul zamanın finans merkezi idi. Osmanlı ı İmparatorluğu imparatorluğu bunu devam ettirdi. Sonra İngiltere, Luxemburg ve İrlanda finans problemini nasıl çözmüşse öyle çözmeliyiz ki inovasyona da kaynak aktarabilelim.
Hasan DEMİRKIRAN
Türk Patent ve Marka Vekili
Avrupa Patent Vekili