İnovasyon’dan Transformasyon’a
İnovasyon bugün adeta bir moda! Sadece Türkiye’de değil dünyada da öyle. Üstelik sadece iş hayatında değil, eğitimden sağlığa, belediyecilikten kamu yönetimine, toplumun hemen hemen tüm alanlarında.
Türkiye’de bazıları bu akıma İnovasyon diyor, bazıları Ar-Ge. Biz, bunların tanımına girmeyeceğiz. Ama hatırlamak için; Ar-Ge, bildiğimiz gibi araştırma ve geliştirme demek. İnovasyon ise paraya veya geniş anlamda katma değere dönüşen yenilik demek. Bunlar, birbirinden ayrı gözükse de aslında iç içe. Bize göre Ar-Ge olmadan İnovasyon sadece bir ürünü veya hizmeti makyajlayıp satmak tan ibarettir. Evet, Ar-Ge olmadan da İnovasyon olur. Ama dediğimiz gibi Ar-Ge bilginin veya ustalığın derinlemesine devreye giriyor. Bu nedenle İnovasyon ve Ar-Ge birbirinden farklı değil. Diğer yandan piyasada dolaşan bir laf: “İnovasyon para kazandırır, Ar-Ge ise para harcatır!” gibi saçma bir laf. Ar-Ge’yi yapanlar para kazanmak için yapmıyorlar mı yani, sırf para harcamak için mi yapıyor!
Gelgelelim İnovasyonun moda oluşuna;
90’lı yıllarda mühendislik fakültesinden mezun olduktan sonra Bursa’daki otomotiv yan sanayi firmalarında çalışmıştım. O sıralar da “KALİTE” moda idi. Ana sanayi, tedarik ettiği ürünleri incelerken, yan sanayisini de inceliyordu ve bunun için kalite yönetim sistemini uyguluyordu. Diyordu ki; “ürünlerinin kaliteli olması için, aldığın hammaddeden ürün teslimine kadar, hatta ürün tesliminden sonra tüm sürecinin de kaliteli olması gerekir” diyordu. Bunun için firmaları denetliyordu. Firmaları eğitimler için zorluyor, onları uygulamaya yönlendiriyor ve denetliyordu. İyi de yapıyordu. Bunun sayesinde firmalar üretimden satışa kadar tüm süreçleri sistematik olarak yönetmeyi öğrenmişti. Hatta Türk firmaları Avrupa’yı da geçmeye başlamış, Avrupa Kalite Ödülleri alıyordu. Bana göre 90’lı yıllar Türk sanayinin sıçrayış yılları idi. Kalite yönetiminin de bunda büyük katkısı vardı. Firmalar “kalite modasına” uydu ve bundan herkes kazançlı çıktı. O yıllarda kalite bir transformasyonu başarmıştı.
Kalite halâ önemli. Ama yeterli değil. Daha güçlü bir dönüştürücü lazım!
2000’li yıllardan sonra önce Ar-Ge, sonra da İnovasyon moda oldu. Şimdi, Türkiye’de gördüğümüz Ar-Ge ve İnovasyon modasının başa baş gittiği. İkisi de moda. Nasıl ki 90’lı yıllarda kalitenin uygulanması için Ana sanayi, yan sanayiyi zorluyordu ise bugün de daha çok devlet piyasayı yenilik yapmaya zorluyor. Kendince, katma değer üretmek için Ar-Ge ve İnovasyon yapmanın zorunlu olduğunu benimseyerek birçok Ar-Ge teşviki veriyor. Bunu, daha çok TUBITAK ve KOSGEB teşvikleri ile veriyor. Bu teşvikler, iyi niyetli olsa da ben bunların yararlı olmadığını düşünüyorum. Çünkü; Türkiye’nin birinci sorunu olan “Adalet ve hukuk meselesi” bir kenara bırakılırsa kalkınmanın ve ekonominin en büyük sorunu finans. Yani piyasada yeterli para olmaması ve paranın pahalı olmasıdır. Devlet, Ar-Ge teşviklerini Ar-Ge ve İnovasyon yapın diye verse de firmalar bunu daha çok finans ihtiyaçlarını karşılamak için yapıyor. Birçok Ar-Ge merkezi, birçok Ar-Ge operasyonu yapan firma, Aslında “bir sürü masraf var, bir sürü vergi veriyoruz, hiç olmasa birazını Ar-Ge teşviki ile kurtaralım!” diye düşünüyor. Stratejileri birebir bu cümle ile isimlendirilmese de aslında Ar-Ge yi, istisnalar hariç, daha çok finans ihtiyacını bir nebze olsun karşılamak için yapıyor. Ben burada sanayiciyi suçlamıyorum. Onlar haklılar. Devlet de kendine göre haklı. “Ben bana düşen görevi yapıyor, teşvik dağıtıyorum” diyor. Bana göre yanlış olan şey, Ar-Ge ve İnovasyonda başarılı olmanın, daha doğrusu katma değer üretmek için kalkınmanın yolu “teşvik uydurmacası” değildir. İşin aslı teşvikler, halktan alınan vergilerle, TUBITAK ve KOSGEB gibi devasa organizasyonlar kurarak halka para dağıtmaktır. Yani 100.000 TL teşvik dağıtacaksanız 30-40 bin TL sini zaten bunu dağıtmak için harcıyorsunuz. Kalan 50-60 bin TL’yi dağıtıyorsunuz ama, bunların da ne kadarı verimli belli değil. Mesela Gerek KOSGEB’in Gerek TUBITAK’ ın hiçbir raporunda ne kadar teşvik dağıtıldığı, bu teşviklerden nasıl bir katma değer elde edildiğine dönük bir çabayı, bir ölçümü yansıtan bir rapor yok. Önceleri bu kurumlar daha şeffaftı ve en azından hangi firmaların teşvik aldığı açıklanıyordu. Ama şimdi ne firmalar ne de verilen teşviklerle ne sonuçlar elde edilmiş bunlar ölçülmüyor. Benim görüşüm, teşvikler iyi niyetli olarak düşünülmüş mekanizmalar olsa da devletçiliği arttıran, vergilerden toplanan gelirlerin çarçur olmasına sebep veren mekanizmalardır. Hatta bunu sadece Ar-Ge teşvikleri için değil, tüm benzer uygulamalar için söyleyebiliriz. Örneğin teknoparklar ve teknoloji geliştirme bölgelerinin ne kadar bir katma değer ürettiğini ölçülebilir değerlerle biri halka açıklayabilir mi?
Bunları niçin diyoruz?
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de İnovasyon ve Ar-Ge bir moda. Herkes bunu konuşuyor. Ama Türkiye sanki treni kaçırıyor gibi geliyor. İnovasyon ve Ar-Ge teşvik mekanizmalarından farklı görmek gerekir. Sanayici ve iş adamlarının “devlet destekleri arttırsın!” gibi işin halktan alınan vergilerin arttırılmasına sebep olacak mantıksız taleplerini bir daha düşünmeleri gerekir. Sanayici ve iş adamı, özellikle Türk girişimcisinin devletten talep edeceği şey “evrensel hukuk prensiplerine göre bir adalet ve hukuk sistemini sağlaması, paranın Türkiye’ye akmasını sağlayacak düşük vergi ve paraya olan güvencenin sağlanması ve iş yapma kolaylığının arttırılması için bürokrasinin ve devletçiliğin azaltılmasıdır”. Bunlar olursa hem Türkiye’deki sanayi ve ticaret çevreleri rahatlar ve rekabetçi olur, hem de uluslar arası sermayenin ve yatırımların Türkiye’ye akması sağlanır. Uluslar arası sermaye ve yatırımların artması demek Türkiye’ye para girişi yapılması, işsizliğin azalması anlamına gelmesinin yanında, bu yatırımı yapan firmaların oluşturacağı kaldıraç etkisi ile Türkiye’nin ihracatının da 2-3 katına çıkması sağlanacaktır. İşte bu olursa iş adamı, zaten rekabet etmek için İnovasyon ve Ar-Ge yapmak zorunda olduğunu hisseder. 1.000 birim vergi verip, 100 birimini teşvikle almaktansa, daha düşük, örneğin 500 birim vergi verip, teşvik angaryaları ile uğraşmaması onu daha yalın ve rekabetçi yapacaktır. Benim sanayide çok şahit olduğum ve gözlemlediğim gibi,” sanayici 5-10 milyon yatırım yapıp acaba yaptığım yatırımlarının bir kısmını 300-500 binini Ar-Ge teşviklerinden karşılayabilir miyim!” kısır döngüler ortadan kalkacaktır. Çünkü sanayici o kadar fırsatlarla uğraşıp yüksek kazançlar elde edecektir ki teşviklerle uğraşmak istemeyecektir.
İş adamı, İnovasyonu devletten Ar-Ge teşviki almaktan ziyade son yüzyılın öne çıkan bir rekabetçilik akımı olarak görmelidir. Her şeyden önce İnovasyon bir düşünce şeklinin değişmesidir. Şunu göz önüne getirin; Steve Jobs Apple kurarken bir devlet kurumuna gidip Ar-Ge projesini mi başvurdu, yoksa onun çılgın işlerle uğraştığını bilen paralı bir onu dinledi ve hemen ardından 500.000 dolarlık çek mi yazdı. Eğer bizim ülkede İnovasyon atmosferi ve para olsa uzun teşvik bürokrasisine ihtiyaç kalmayacaktır. İş çevreleri ve devlet İnovasyon, bir düşünce tarzı ve rekabetçilik olarak görürlerse bu Türkiye’nin zenginleşmesi ve kalkınması için bir iyi bir strateji olur. Bunu başarabilirsek İnovasyondan Transformasyona değişimi gerçekleştirebiliriz. Bunu yapamazsak bir treni daha kaçırırız. Şu anda tren istasyondan geçiyor!
Saygılarımla,
Hasan Demirkıran
Türk Patent ve Marka Vekili
Avrupa Patent Vekili